Cennet gençlerinin seyyidi. Resûlullahın (aleyhisselâm) torunu, Hazret-i Ali’nin ikinci oğlu. Oniki imâmın üçüncüsü ve Ehl-i Beytin beşincisidir. Hazret-i Hüseyin’in nesebi; Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib bin Abd’ül-Muttalib bin Haşim, el-Kureyşî, el-Hâşimî’dir. Hüseyin adı, ona Resûlullah efendimiz tarafından verildi. Künyesi, Ebâ Abdullah’dır. Lakabı Seyyid ve Şehîddir. Bunun soyundan olanlara (Seyyid) denir. Resûlullah’ın torunu olduğu ve çok sevdiği için Ehl-i sünnetin gözbebeğidir. Hicretin 4. yılı Şâban ayında (m. Ocak 626)’da doğdu. 61 [m. 680] Muharremin onuncu günü Kerbelâ’da şehîd oldu. Çeşidli hadîs-i şerîflerle medh edildi.
Ümmü Haris (radıyallahü anhâ) anlatır: “Bir gün Resûlullahın (aleyhisselâm) huzûruna vardım. “Bir rüya gördüm, çok korkdum” diye arz ettiğimde “Ne gördün?” buyurdular. “Sizin vücûdunuzdan bir parça kesdiler, benim yanıma eklediler” dedim, “İyi görmüşsün, Fâtıma’nın bir oğlu olacak ve senin yanında kalacakdır” buyurdular. Bir müddet sonra Hazret-i Hüseyin dünyâya geldi.
İbni Abbas’dan (radıyallahü anh) gelen rivâyete göre: Resûlullah (aleyhisselâm) her sabah namazını kıldıktan sonra mübârek yüzünü Eshâb-ı kirama çevirirlerdi. Üzüntülü kimseler yüzünü görseler mesrûr (sevinçli) olurlardı. Bir gün sabah namazından sonra yüzlerini döndürmeden Hazret-i Ali’yi çağırdılar. Beraber mescidden çıktılar. Eshâb-ı kiram (aleyhimürrıdvan) nereye niçin gittiklerini anlıyamadılar. Tekrar dönerler diye oturdular, ikisi Hazret-i Fâtıma’nın evine gittiler. Peygamberimiz Hazret-i Ali’ye kapıda durup, kimseyi içeri sokmamasını emretmişlerdi. Hazret-i Hüseyin doğmuş, melekler tebrik etmek için gelmişlerdi. Hazret-i Ebû Bekir duramayıp, Hazret-i Ali’nin evine gitti. Sonra Ömer (radıyallahü anh) sonra Osman (radıyallahü anh) ve bütün Eshâb-ı kiram, Hazret-i Ali’nin evine gittiler. Ebû Bekir (radıyallahü anh), Hazret-i Ali’den Resûlullahın (aleyhisselâm) nerede olduğunu sordu. Hazret-i Ali “İçerde” dedi. “İzin verirsen ben de göreyim” dedi. Hazret-i Ali, “Allah’ın Resûlü meşgûldür” dedi. Benim içeri girmememi sana emir etti mi? deyince “Hayır, yalnız dörtyüzyirmidörtbin melek geldi” dedi. Ebû Bekir (radıyallahü anh) sözünden taaccüb (hayret) edip durdu. Ali (radıyallahü anh), Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve bütün Eshâb-ı kirama aynı şeyleri söyledi. Bir ara Resûlullah (aleyhisselâm) dışarı çıkıp, herkesin içeri girmesini emr ettiler. Önce Ebû Bekir (radıyallahü anh) sonra bütün Eshâb-ı kiram içeri girdiler. Resûlullah’a (aleyhisselâm) selâm verdiler. Hazret-i Ali’nin meleklerin sayısındaki sözü söylendi. Resûlullah (aleyhisselâm) Hazret-i Ali’ye meleklerin sayısını nasıl bildin? diye sordular. Hazret-i Ali. “Melekler grup grup geliyorlardı. Her biri bir dil ile konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhisselâm):“Allah aklını ziyade etsin yâ Ali” buyurdular.
Resûlullah efendimiz (aleyhisselâm), Hüseyin doğduğu zaman, kulağına: “O Cennet çocuklarının efendisi (seyyidi)’dir.” diye seslenmişti.
Hazret-i Üsâme bin Zeyd, bir gece Peygamber aleyhisselâmı gördüğünü ve onun: “Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allahım, ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev” dediğini rivâyet etmektedir. Bir defasında da “Hüseyin benden, ben Hüseyindenim. Allahü teâlâ Hüseyin’i seveni sever” buyurmuştu. Hazret-i Hüseyin, daha bir çok hadîs-i şeriflerle medh edildi.
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de Ahzâb suresinin 33. âyetinde Ehl-i beyte, buyuruyor ki: “Allahü teâlâ, sizlerden ricsi, ya’nî her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irâde ediyor.” Eshâb-ı kiram sordular. Yâ Resûlallah! Ehl-i beyt kimlerdir? O esnada, İmâm-ı Ali geldi. Mübârek hırkasının altına aldılar, Fâtıma-tüz-Zehrâ da geldi. Onu da yanına aldılar. İmâm-ı Hasan geldi. Onu da bir yanına, İmâm-ı Hüseyin geldi. Onu da öbür tarafına alarak, “İşte bunlar, benim Ehl-i beytim” buyurdular. Bu âyet-i kerîme ve ilgili hadîs-i şerîfler, Resûlullahın iki mübârek torununu sevmenin şart olduğunu belirtmektedir.
Hazret-i Hüseyin buyurdu ki: Birgün yüksek dedemin huzûruna varmıştım. Ubeyy bin Kâ’b da huzûrunda idi. Bana: “Merhaba, ey Ebû Abdullah, ey göklerin ve yerin süsü!”diye hitâb etti. Ubeyy bin Kâ’b hazretleri, yâ Resûlallah! Göklere ve yere senden başka süs var mıdır? dedi; Resûlullah: “Beni insanlara Peygamber olarak gönderen Allahü teâlânın hakkı için Hüseyin bin Ali, yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyâde süs, göklerin tabakalarıdır” buyurdu.
Birgün Hazret-i Hüseyin, Resûlullah efendimizin yanında idi. Annesine gitmek istiyordu. Hava yağmurlu idi. Resûlullah duâ buyurdu. Hüseyin (radıyallahü anh) eve gidinceye kadar, yağmur ara verdi. Birgün Resûlullah efendimiz, Hazret-i Hüseyin’i sağ dizine, oğlu İbrâhîm’i sol dizine aldı. Cebrâil aleyhisselâm gelip, Hakteâlâ, bu ikisinden birini alacaktır. Sen birini seç dedi. Eğer Hüseyin vefât ederse, benim canım yandığı gibi, Ali’nin ve Fâtıma’nın da canları yanar. Eğer İbrâhîm giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne tercih ediyorum buyurdular. Üç gün sonra oğulları İbrâhîm vefât etti.
Hüseyin (radıyallahü anh), Resûlullahın yanına her gelişinde onu öper ve “Selâmet ve se’âdet o kimseye ki, oğlum İbrâhîm’i ona feda ettim” buyururdu. Hazret-i Hüseyin’in ilk çocukluğu Resûlullah efendimizin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu hâl, çok sürmedi. Hüseyin (radıyallahü anh), bundan sonra ilmini ve edebini babasının yanında tamamladı. Beş çocuğu oldu. Sırası ile; Ali Ekber, Ali Asgar, Ca’fer, Fâtıma ve Sekîne.
İmâm-ı Hasan ve Hüseyin ile Abdullah bin Ca’fer (radıyallahü anhüm) Medîne-i Münevvere’ye giderlerken yiyecekleri kalmadı. Sahrada olduklarından yiyecek bir şey alınacak yerde olmayıp açlık ve susuzluktan iyice bunaldılar. Sonra “Allaha, tevekkül ettik” diyerek yoldan saptılar. Biraz ilerlemişlerdi ki, ovanın ortasında bir karartı gördüler. Ona doğru gittiler. Siyah bir çadır, içinde ise, bir kadın vardı. Kadına selâm verdiler. Kadın selâmlarını aldı. İyi karşıladı. Bu üç zatın dünyâya rağbetleri olmadığını anladı. Kadına: “hiç yiyeceğin var mı? diye sordular. Bir keçim var. Kendiniz sağın için” dedi. Birisi sağdı. Her biri birer çanak içtiler. Sonra kadına: “Başka yiyeceğin var mı? diye sordular. Kadın: “Keçiyi kesin yiyin” dedi. Abdullah bin Ca’fer (radıyallahü anh) kesti pişirdi. Üçü beraber yediler. Allahü teâlâya hamd ettiler. Atlarına bindiler. Kadına “Medîne-i Münevvereye geldiğinde muhakkak bize uğra. Biz seyyidlerdeniz. Hâşimîlerdeniz” diyerek yola koyuldular. Bir zaman sonra kadının kocası geldi. Keçiyi göremeyince ne oldu diye sordu. Kadın olup biteni anlattı. Kocası üzüldü. “Biliyorsun o keçiden başka bir şeyimiz yok. Şimdi ne yapacağız?” diyerek kadını azarladı. Kadın: “Allahü teâlâ rahîmdir, kullarını aç bırakmaz. Böyle güzel yiğitler gelip te, onları misâfir etmeden göndermek insafa sığmaz” dedi, Daha sonra kadın, kocası ile Medîne-i Münevvereye birşeyler alıp satmak için gittiler. Hikmet-i ilâhi Hazret-i Hasan’a, Bâb-ı selâm önünden geçerken rastladılar. Hasan (radıyallahü anh) kadını ve kocasını huzûruna çağırttı. Kadına: “Beni tanıdın mı?” dedi. Kadın: “Hayır” dedi. “Bir zamanlar senin evine üç kişi gelmiştik. Bize süt ikram etmiştin. Bir de keçini kesmiştik. Onlardan biri benim” dedi. Bunlara çok ikram da bulundu: Yanında fazla bir şeyi olmadığından, Beyt-ül-mâl emînine adam gönderip, bin dirhem gümüş ve yüz koyun borç istedi. Getirdiler. Bunların hepsini kadına bağışladı. “Bizi mazur görün” buyurdu. Bu karı-kocanın yanlarına adam vererek, Hüseyin’e (radıyallahü anh) gönderdi. Hazret-i Hüseyin de bunları iyi karşılayıp, yanında bulunduğu kadar ikram etti. Fazla olmadığından Beyt-ül-mal emîninden bin dirhem gümüş ve ikiyüz koyun borç istedi. Hepsini kadına verip özür diledi. Yanlarına adam verip, Abdullah bin Cafer’e (radıyallahü anh) gönderdi. Abdullah (radıyallahü anh): “İki İmâm’a uğradınız mı?” buyurdu. “Evet” dediler. “Keşke daha önce bana uğrasaydınız. Onların yanında dünyâ malı bulunmaz, belki sıkıntı çekmişlerdir” dedi. Bunlar imamların yaptıkları ikramları söylediler. Abdullah (radıyallahü anh) da ikibin dirhem gümüş ve dörtyüz koyun verdi. Mezkûr karı-koca yediyüz koyun ve dörtbin dirhemi alıp sevinerek evlerine döndüler.
Eshâb-ı kiramdan Dıhye (radıyallahü anh) devamlı ticâret için sefere gider gelirdi. Çok güzel yüzlü idi. Cebrâil (aleyhisselâm) çok defa Resûlullahın (aleyhisselâm) huzûruna Dıhye (radıyallahü anh) şeklinde gelirdi. Bir gün Cebrâil (aleyhisselâm) Fahri âlem (aleyhisselâm) hazretlerinin huzûrunda bulunuyordu. O zaman henüz küçük olan Hasan ve Hüseyin (radıyallahü anh)’dan biri Cebrâil aleyhisselâmı gördü. Hemen kardeşinin yanına koşarak: “Dıhye (radıyallahü anh) dedemizin yanında oturuyor, haydi gidelim” dedi. Koşup mescide girdiler. Cebrâil aleyhisselâmın dizlerine oturdular. Ellerini Cebrâil aleyhisselâmın koynuna soktular. Resûlullah (aleyhisselâm) torunlarının bu hareketini görünce hicâb edip, mani olmak istedi. Cebrâil (aleyhisselâm), Resûlullahın mahcûb olduğunu görünce dedi ki: “Ya Resûlallah! Niçin sıkılıyorsunuz? Fâtıma (radıyallahü anhâ) teheccüd namazını kılarken Hak teâlâ beni gönderir, bunların beşiklerini sallardım. Fâtıma (radıyallahü anhâ) rahatça namazını kılardı. Çocukların bu hareketini bana karşı edebsizlik saymayın. Bazan da bunların anneleri namazdan sonra uyurken, bunlar ağlardı. Hak teâlâ yine beni gönderir, anneleri uyanmasın diye beşiklerini sallardım, ağlamazlardı. Bunların yanıma gelip, ellerini koynuma sokmalarında bir mahzur yoktur.” dedi.
Resûlullah (aleyhisselâm) “Ey kardeşim Cebrâil! Şimdi bir şey yapmadılar. Daha ileri giderler endişesiyle mâni oldum. Çünkü, Eshâbımdan Dıhye (radıyallahü anh) isminde birisi vardır. Çok kerre sefere çıkar. Her dönüşünde bunlara hediyye getirir. Sizi Dıhye (radıyallahü anh) zannedip, ellerini koynunuza soktular” buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm:
“Yâ Rabbi! Beni Habîbinin (aleyhisselâm) yanında utandırma” diye duâ etti. “Oturduğun yerde gözlerini kapa, elini Cennete sok, eline ne gelirse al.” diye hitap geldi. Cebrâil (aleyhisselâm) ellerini Cennete saldı. Bir yeşil salkım üzüm, bir kırmızı nar eline geldi. Hazret-i Hasan üzümü, Hazret-i Hüseyin de narı aldı. Bunları yerlerken bir dilenci geldi. “Ey Ehl-i beyt! O üzüm ve nardan bana da verir misiniz?” dedi. Resûlullah’ın (aleyhisselâm) yüksek yaratılışlı torunları vermek istediğinde Cebrâil (aleyhisselâm) mâni oldu. “Yâ Resûlallah! O dilenci şeytandır. Cennet meyvaları ona haram iken hile ile yemek istedi.”
Hazret-i Hüseyin’in yüzü, karanlık gecede etrâfını aydınlatırdı. Yaya olarak yirmibeş defa hacca gitti. Beraberindekiler bineklere binse de, kendisi binmezdi.
Buyurdular ki: “Cömerd efendi olur, cimri hor olur. Bu âlemde bir mü’min kardeşinin iyiliğini, kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.”
Hüseyin (radıyallahü anh), hep babasının yanında idi. Babası şehîd olunca, Medîne’ye geldi. Hazret-i Muâviye’nin vefâtında Yezîd’e bi’at etmedi. Kûfeliler kendisini çağırıp halife yapmak istedi. Kardeşi Muhammed bin Hanefiyye, İbni Ömer, İbni Abbâs ve daha nice Eshâb-ı kiram (radıyallahü anh) mâni oldular ise de, nasihatlerini dinlemeyip, yetmişiki kişi ile Mekke’den Irak’a yola çıktı.
Yezîd, Şam’dan bunu haber alınca, Irak vâlisi Ubeydullah bin Ziyâd’a emir gönderip, Kûfe’ye sokma dedi. Bu da, Sa’d İbni Ebî Vakkâs’ın oğlu Ömer’in kumandasında bir ordu gönderdi. İbni Ömer, geri dönmesini bildirdi ise de, imâm kabûl etmeyip harp etti. Yanında bulunanlara da tekrar tekrar teslim olun denildi ise de, 72’si de şehîd oluncaya kadar savaşa devam etti.
Sinân bin Enes Nehaî, Hazret-i Hüseyin’i, Hicret’in 61 (m. 681) yılında Muharremin onuncu günü Kerbelâ’da şehîd etti. Mübârek oğlu Zeynel’âbidin küçük olduğu için öldürülmedi. Kadınlar ve imâmın mübârek başı ile Şam’a gönderildi. Mübârek başı, Mısır’da Karâfe kabristanında medfûndur.
Hazret-i Hüseyn şehîd olup, mübârek başı Şâm’da Yezîd’in sarayına getirildi. Yezîd dedi ki, “Bilir misiniz bu iş neden oldu? Bu zât, babam Alî, onun babasından hayırlıdır. Anam Fâtıma, onun anasından hayırlıdır. Ceddim Resûlullah, onun dedesinden hayırlıdır. Ben de, ondan hayırlıyım. Hilâfet, benim hakkımdır, dedi. Allah için söyliyorum ki, Fâtıma, elbette benim anamdan hayırlıdır. Ceddine gelince, Allaha ve âhiret gününe inanan kimse, Resûlullah’a “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kimseyi müsâvî göremez. Lâkin Hüseyin bunu fıkıh ve ictihâdı ile söyledi. (Herşeyin sâhibi Allahü teâlâdır. Mülkünü dilediğine verir) âyet-i kerîmesini düşünmedi.)
Kerbelâdan getirilen kadınlar ve Zeynel’âbidîn, Yezîd’in önüne çıkarıldı. Hazret-i Hüseyin’in kızı Fâtıma, (Yâ Yezîd! Resûlullah’ın kızları esîr midir?) dedi. Yezîd, (Ey kardeşimin çocuğu! Ben bunu istemezdim) dedi. Kadınları, Yezîd’in kadınlarının yanına götürdüler. Saray kadınları taziyet verdi. Alınan mallarını sordular. Katkat ödediler. Hazret-i Hüseyin’in kızı Sükeyne, (Yezîdden hayırlı günâhkâr görmedim) derdi. Yezîd, Zeynel’âbidîn’i yanına aldı. Akşam sabah beraber yemek yediler. Yezîd Ehl-i beytin yol paralarını bol bol verip, korumak için yanlarına asker katıp, Medîne’ye gönderdi. Zeynel’âbidîn’le vedâ’ ederken, (Allahü teâlâ, ibni Mercâne’ye la’net eylesin! Vallahi ben olsaydım, babanın her istediğini kabûl ederdim. Lâkin kader-i ilâhî böyle imiş ne çâre. Her ne istersen bana yaz! Kabûl olunur) dedi. Mercâne, ibni Ziyâd’ın anasının adıdır.
Yezîd, Kerbelâ vak’asından sonra: (Allah, o ibni Mercâne’ye la’net eylesin! Hüseyin’in isteklerini kabûl etmeyip de, onu katletdirdi. Onun katli ile, herkesi bana gücendirdi. İyi kötü herkes, Hüseyin’in katl olayını şişirerek anlatıp bana düşman oldu) derdi.
Hindistân âlimlerinden mevlânâ hâfız Hakîm Abdüşşekür Mirzâpûrî, (Şehâdet-i Hüseyn) kitâbında hazret-i Hüseyn’i Kûfe şehrinde kendilerine şî’î diyenlerin şehîd etdiklerini ve şehîd eden Şemmer habîsinin, hazret-i Alîn’in askeri arasında, hazret-i Mu’âviyeye karşı harb etdiğini vesîkalarla isbât etmekdedir. Bu kitâbı mevlevî Gulâm Haydar Fârûkî, urdu dilinden fârisîye terceme etmiş, 1395 [m. 1975] de Karaşide basdırılmışdır.
Meşhûr şî’î ahundu Molla Bâkır Meclisî (Cilâ-ül’uyûn) kitabının 424.cü sahîfesinde diyor ki, “Velîd, bir gece, imâm-ı Hüseyn’i çağırdı ve Yezîd’in gönderdiği mektûbu kendisine gösterdi. Mektûbda hazret-i Mu’âviye’nin vefât etdiği ve Yezîd’e bî’at olunduğu yazılıydı. İmâm-ı Hüseyn, bunu anlayınca, İnnâ-lillah âyetini okudu.” Bu yazı da, hazret-i Hüseynin hazret-i Mu’âviye’ye düşman olmadığını ve onu hakîkî müslümân bildiğini göstermekdedir. Böyle bilmeseydi, Onun vefâtını işitince, İnnâ-lillah âyetini okumazdı.” [Refâkat-i Hüseyn’de yazılı; Hulâsat-ül-mesâib, 37, 201, Mes’ûdî, 21, Nâsih-ut-tevârîh, VI, 173, Cilâ-ül’uyûn şî’î kitâblarına bkz.]
İmâm-ı Hüseyn’i Kerbelâda şehîd edenler, dahâ önce, imâm-ı Alîy’e ve imâm-ı Hasen’e de hıyânet ve zulüm yapmışlardı. Oniki bin kişi, birleşerek, imâm-ı Hüseyn’e mektûb yazdılar. Kendisini Kûfe’ye da’vet etdiler. Yardım edeceklerine söz verdiler. Fekat, imâm-ı Hüseyin’in gönderdiği, amcası oğlu Müslim bin Ukayl’ı şehîd etdiler. Sonra, imâm-ı Hüseyin gelince, Yezîdin askeri şekline girerek, onu da Kerbelâ’da şehîd etdiler. Müseyyib bin Nuhbe ismindeki şî’înin Ömer bin Sa’d ibni Ebî Vakkâs ile birlikde Kerbelâ’ya gitdiğini (Mecâlis-ül-mü’minîn) şî’î kitâbı yazmakdadır.
Şî’î ahundlarından Muhammed Takî Hânın yazmış olduğu fârisî Nâsih-ut-tevârîh kitâbının 6.cı cildinin 111. ci sahîfesinde, Abdüllah ibni Abbâsın bildirdiği hadîs-i şerîfi şöyle yazmışdır: “Yâ Rabbî, Hüseynin hurmetini ve şerefini gözetmekde gevşek davranana bereket verme!” Hazret-i Mu’âviye, hazret-i Hüseyn’e karşı bütün sözlerinde, hep edebli ve hürmetli davrandığı gibi, yazılarında da, Ona karşı hiç saygısızlıkda bulunmamışdır. Hâlbuki, imâm-ı Hüseyn, Ona karşı yazdığı mektûblarında, sert kelimeler kullanırdı.
Peygamber efendimiz torunu Hazret-i Hüseyin için buyurdu ki:
“Hüseyin’i seveni Allahü teâlâ sever.”
“Hasen ve Hüseyn, Cennet gençlerinin üstünüdür. Babaları ise, dahâ üstündür.”
“Ben bir ağaca benzerim. Fâtıma, bunun kökü, Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir.”
“Genç olarak Cennete girenlerin seyyidi Hasan ve Hüseyin’dir.”
“Hüseyin benden, ben de Hüseyin’denim. Hüseyin’i seveni Allahü teâlâ sever. Hüseyin torunlardan bir torundur.”
Üsâme bin Zeyd “radıyallahü anh” diyor ki: Peygamber efendimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Hasen ve Hüseyn “radıyallahü anhümâ” mubârek kucağında oturuyorlardı. Buyurdu ki: (Bu ikisi, benim oğullarımdır ve kerîmemin oğullarıdır. Yâ Rabbî! Ben bunları seviyorum. Sen de sev ve bunları sevenleri de sev!”
Peygamberimizden bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden bazıları:
“Kişinin İslâmının güzelliği mâlâyaniyi terk etmesidir.”
“Resûlullah (aleyhisselâm) yoldan geçen bir yahudinin cenâzesi için ayağa kalktı ve buyurdu ki: “Kokusu beni rahatsız etti.”
“Bahil (cimri) o kimsedir ki yanında ismim anıldığında bana salat ve selâm getirmez.”
Yine İbnî Abbâs (radıyallahü anh) anlatmıştır. Bir gün Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin’i güreştirdiler. Güreşmeye başlayınca, Resûlullah (aleyhisselâm) tut yâ Hasan (radıyallahü anh) derdi. Hazret-i Fâtıma yâ Resûlallah! Yalnız Hasan’a mı diyorsun? Resûlullah (aleyhisselâm) “İşte Cebrâil (aleyhisselâm) tut yâ Hüseyin! diyor”, buyurdular.
------------------------------
1) El-İstiâb, I, 378;
2) Üsûd-ül-gâbe, II, 18;
3) Taberî, Târîh, II, 272;
4) Kısâs-ı Enbiya cüz-7, 192;
5) Refakat-ı Hüseyn, 3;
6) İkd-ül-ferîd, II, 219;
7) Ensâb-ül-eşrâf, IV, 82;
8) El-Kâmil fi’t-Târîh, IV, 48;
9) Müsned-i Ahmed bin Hanbel, IV, 242;
10) Sahîh-i Müslim, VII, 130;
11) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye, 1111;
12) Eshâb-ı Kirâm, 68-69, 110,137, 139-140, 250, 399-400, 345-346, 402;
13) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, , ;
14) Yeni Rehber Ansiklopedisi, , ;
15) İslâm Tarihi Ansiklopedisi, V, 222-223;
16) İslâm Meşhurları Ansiklopedisi, .
Telif Hakkı 2024 My Beloved Prophet.