Bu âlem, ya’nî herşey yok idi. Allahü teâlâ, bunları yokdan var etdi. Bu âlemin, kıyâmete kadar insanlarla ma’mûr olmasını istedi. Âdem aleyhisselâmı toprakdan yaratıp, Onun çocukları ile âlemi süsledi. İnsanlara dünyâda ve âhıretde râhat yaşamak, se’âdete kavuşmak için lâzım olan şeyleri bildirmek için, içlerinden ba’zılarını Peygamber yaparak şereflendirdi. Bunlara yüksek mertebe vererek, başka insanlardan ayırdı. Bu Peygamberlere “aleyhimüsselâm”, Cebrâîl aleyhisselâm ismindeki bir melek ile emirlerini ve yasaklarını bildirdi. Bunlar da, bu emirleri, Cebrâîl aleyhisselâmın getirdiği gibi ümmetlerine bildirdi.
Peygamberlerin birincisi, Âdem aleyhisselâm, son geleni, Muhammed Mustafâ “aleyhissalâtü vesselâm” efendimizdir. Bu ikisinin arasında, çok Peygamber gelip geçmişdir. Bunların adedini, ancak Allahü teâlâ bilir. İsimleri malûm olan yirmiyedisi şunlardır:
Âdem, Şis [Şît], İdrîs, Nûh, Hûd, Sâlih, İbrâhîm, İsmâ’îl, İshak, Ya’kûb, Yûsüf, Eyyûb, Lût, Şu’ayb, Mûsâ, Yûşa’, Hârûn, Dâvüd, Süleymân, Yûnüs, İlyâs, Elyesa’, Zülkifl, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ ve Muhammed Mustafâ “aleyhimüssalâtü vesselâm”dır. Bunlardan Şît ve Yûşa’dan başka, yirmibeşi Kur’ân-ı kerîmde bildirilmişdir. Kur’ân-ı kerîmde, Uzeyr ve Lokman ve Zülkarneyn de yazılıdır. Fakat, âlimlerimiz arasında, bu üçü için ve Tübba’ ile Hıdır için, Peygamber diyen olduğu gibi, Velî diyen de vardır.
Muhammed aleyhisselâm Habîbullahdır. İbrâhîm aleyhisselâm Halîlullahdır. Mûsâ aleyhisselâm Kelîmullahdır. Îsâ aleyhisselâm Rûhullahdır. Âdem aleyhisselâm Safiyyullahdır. Nûh aleyhisselâm Neciyyullahdır. Bu altısı, diğer Peygamberlerden dahâ üstündür. Bunlara (Ülül’azm) denir. Hepsinin üstünü, Muhammed aleyhisselâmdır.
Allahü azîm-üş-şânın kitâbları vardır. Kur’ân-ı kerîmde bildirilen, yüzdört kitâbdır. Yüzü küçük kitâbdır. Bunlara (suhuf) denir. Ve dördü büyük kitâbdır. Tevrât, hazret-i Mûsâ “aleyhisselâm”a, Zebûr, hazret-i Dâvüd “aleyhisselâm”a, İncîl, hazret-i Îsâ “aleyhisselâm”a, Kur’ân-ı kerîm, bizim Peygamberimiz Muhammed “aleyhisselâm”a nâzil olmuşdur. Bugün yehûdîlerin ve hıristiyanların okudukları (Tevrât) ve (İncîl) hakkında (Cevâb Veremedi) kitâbında geniş bilgi vardır.
Yüz suhuf (forma, kitâb)dan, on suhufu, hazret-i Âdem “aleyhisselâm”a, elli suhufu, Şit “aleyhisselâm”a, otuz suhufu, İdrîs “aleyhisselâm”a, on suhufu, İbrâhîm “aleyhisselâm”a inmişdir. Bunların cümlesini, Cebrâîl “aleyhisselâm” indirmişdir. Cümlesinden sonra, Kur’ân-ı azîm-üş-şân nâzil olmuşdur. Kur’ân-ı azîm-üş-şânın nüzûlü -az az, âyet âyet- yirmiüç senede tamam olmuşdur. Ve hükmü, kıyâmete değin bâkîdir. Nesh olmakdan [geçersiz olmakdan] ve tebdîl ile tahrîfden [insanların değişdirmelerinden] mahfûzdur.
Din, insanları ebedi saadete götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu eğri yollara din denmez, dinsizlik ve kâfirlik denir.
Dinler, Allahü teâlânın kullarına rahmetidir, ihsânıdır. Allahü teâlâ, dinleri, nefsin arzûlarını, keyflerini kırmak ve taşkınlıklarını önlemek için göndermiştir.
En son gelen din İslâmiyyettir. Başka dinlerin hepsi bozulmuş, ilâhî hükümler yerine, insan kafasından çıkan fikirler, düşünceler yer almıştır. İslâmiyyet, Kıyâmete kadar hiç değişmeyecektir. Peygamberi Muhammed aleyhisselâmdır ki, Peygamberlerin sonuncusu ve Allahü teâlânın Habîbi, sevgilisidir. Ona gelen kitap, geçmiş kitapların en iyisi olan Kur’ân-ı kerîmdir. Onun dîni ve kitabı kıyâmete kadar bâkîdir. Kimse tarafından değiştirilemeyecektir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği din İslâmiyyettir.
Bugün dünyâda, Allahü teâlânın varlığına inanan üç büyük din vardır: Yehûdîlik, Hıristiyanlık ve İslâmiyyet. İslâmiyyetin dışındaki dinler, Allahü teâlânın indinde, din değildir. Hıristiyanların ellerindeki İncîl, Mûsevîlerin ellerindeki Tevrât, Peygamberimizden evvelki zamanların kitaplarıdır. Şimdi, hiçbir memleketde, hakîkî Tevrât ve İncîl yokdur. Bu kitaplar sonradan tahrîf edilmiş, ya’nî insanlar tarafından değiştirilmiş, bozulmuştur. Kur’ân-ı kerîm, bütün bunların hükümlerini kaldırmıştır. Bugün bütün insanların, Kur’ân-ı kerîme tâbi’ olmaları lâzımdır.
Bazı câhiller de, kendi dinlerini yürürlükten kaldıran dîni kabul etmemiş, sonsuz azabda kalmışlardır. Meselâ, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde Nisâ sûresinin yüzellinci ve yüzellibirinci âyet-i kerîmelerinde meâlen, (… Yehûdîler diyor ki, biz Mûsâ aleyhisselâma inanırız. Îsâ ile Muhammed aleyhimesselâma inanmayız. Hıristiyanlar ise, yalnız Îsâ aleyhisselâma inanırız diyorlar. Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir…) buyuruluyor.
Âl-i İmrân sûresi, seksenbeşinci âyetinde meâlen, (Muhammed aleyhisselâmın getirdiği İslâm dîninden başka din istiyenlerin, dinlerini Allahü teâlâ sevmez ve kabûl etmez. Dîn-i islâma arka çeviren, âhıretde ziyân edecek, Cehenneme girecekdir) buyuruldu.
İslâm dîni, bütün dinlerin en kâmil ve en mükemmel şeklidir. İnsanlara fâideli şeyleri emr eden, zararlı şeylerden koruyan bir dindir.
Son devrin en büyük alimlerinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri buyurduki İslâm dini, Allahü teâlânın, Cebrâîl ismindeki melek vasıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların, dünyada ve âhirette rahat ve mesut olmalarını sağlayan, usûl ve kaidelerdir. Bütün üstünlükler, faydalı şeyler, İslamiyet’in içindedir. Eski dinlerin görünür görünmez bütün iyiliklerini, İslamiyet, kendinde toplamıştır. Bütün saadetler, muvaffakiyetler ondadır. Yanılmayan, şaşırmayan, akılların kabul edeceği esaslardan ve ahlaktan ibarettir. Yaradılışında kusursuz olanlar onu reddetmez ve nefret etmez, İslamiyet’in içinde hiçbir zarar yoktur. İslamiyet’in dışında hiçbir menfaat yoktur ve olamaz.
İnsan için üç türlü hayât vardır: Dünyâ, kabir, âhiret hayâtı. Dünyâda, beden rûh ile birlikdedir. İnsana hayât, canlılık veren rûhdur. Rûh bedenden ayrılınca, insan ölür. Beden mezârda çürüyüp, toprak olunca veyâ yanıp kül olunca, yâhud yırtıcı hayvan yiyip yok olunca rûh yok olmaz. Kabir hayâtı başlar. Kabir hayâtında his vardır, hareket yokdur. Kıyâmetde bir beden yaratılıp, rûh ile bu beden birlikde Cennetde veyâ Cehennemde sonsuz yaşarlar.
İnsanın dünyâda ve âhiretde mes’ûd olması için, müslimân olması lâzımdır. Dünyâda mes’ûd olmak, râhat yaşamak demekdir. Âhiretde mes’ûd olmak, Cennete gitmek demekdir. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, mes’ûd olmak yolunu, Peygamberler vâsıtası ile kullarına bildirmişdir. Çünki insanlar bu se’âdet yolunu, kendi akılları ile bulamazlar. Hiçbir Peygamber kendi aklından birşey söylememiş, hepsi, Allahü teâlânın bildirdiği şeyleri söylemişlerdir.
Âdem aleyhisselâmdan beri binlerle Peygamber gelmiştir. Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselâmdır. Diğer Peygamberlerin bildirdikleri dinler, zamanla bozulmuştur. Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği dîne (İslâmiyyet) denir. Îmânı olan kimseye (Müslimân) denir. (Îmân), herşeyi, bir olan Allahın yaratdığına inanmak ve Muhammed aleyhisselâmın Onun peygamberi olduğuna inanmak ve ahkâm-ı islâmiyyeye uymak lâzım olduğuna inanmakdır. Şimdi se’âdete kavuşmak için islâmiyyeti öğrenmekden başka çâre yokdur.
Allahü teâlânın bildirdiği her din, iki kısımdır: İ’tikâd ve amel. Yâni; İslâmiyyet, kalb ile inanılacak (Îmân) bilgileri ve beden ile yapılacak (Ahkâm-ı islâmiyye) bilgileridir. Bunlardan i’tikâd, ya’nî, inanılacak şeyler her dinde aynıdır. İ’tikâd, dînin aslı ve temelidir. Din ağacının gövdesidir. Amel ise, ağacın dalları, yaprakları gibidir. İ’tikâdı doğru olmayan kimselerin, Cehennem azâbından kurtulmalarına imkân yoktur. Îmân ve islâm ilimleri (Ehl-i sünnet âlimlerinin) kitâblarından öğrenilir. Câhillerin, sapıkların bozuk kitâblarından öğrenilmez. Hicrî bin senesinden evvel, islâm memleketlerinde çok (Ehl-i sünnet âlimi) vardı. Şimdi hiç kalmadı. Bu âlimlerin yazdıkları arabî ve fârisî kitâblar ve bunların tercemeleri, dünyânın her yerinde, kütübhânelerde çok vardır.
Muhammed aleyhisselâma itaat etmek Allahü teâlâya itaat etmektir.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde, Nisâ sûresi, sekseninci âyetinde, Muhammed aleyhisselâma itâ’at etmenin, kendisine itâ’at etmek olduğunu bildiriyor. O hâlde, Onun Resûlüne “sallallahü aleyhi ve sellem” itâ’at edilmedikce, Ona itâ’at edilmiş olmaz. Bunun pek kat’î ve kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerîmede (Elbette muhakkak böyledir) buyurdu ve ba’zı doğru düşünmiyenlerin, bu iki itâ’ati birbirinden ayrı görmelerine meydân bırakmadı.
Allahü teâlâ, yine Nisâ sûresinin yüzellinci ve yüzellibirinci âyet-i kerîmelerinde meâlen, (Kâfirler, Allahü teâlânın emirleri ile Peygamberlerinin emirlerini birbirinden ayırmak istiyorlar. Yehûdîler diyor ki, biz Mûsâ aleyhisselâma inanırız. Îsâ ile Muhammed aleyhimesselâma inanmayız. Hıristiyanlar ise, yalnız Îsâ aleyhisselâma inanıp, Ona, hâşâ, Allahü teâlânın oğlu diyor. Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Onların hepsi kâfirdir. Kâfirlerin hepsine Cehennem azâbını, çok acı azâbları hâzırladık) buyurarak, bunlardan şikâyet etmekdedir. (Mektûbât Tercümesi)
Telif Hakkı 2024 My Beloved Prophet.